10 Mayıs 2011 Salı

Erozyon 2011

Beş bin yıllık mirası, 56 yıllık yarışmada harcayan ‘sadakatsizlik’

              Eurovision Şarkı Yarışması ilk olarak 1955 yılında, İsviçre’nin Lugano şehrinde düzenlendi. Amaç Avrupa Yayın Birliği (EBU) üyesi ülkeler arasında canlı yayın çalışmalarını yaygınlaştırmak ve kalite düzeyini arttırmaktı. Yayıncılık adına herşey arzu edildiği gibi gelişti; kısa sürede istenilen seviyeye ulaşıldı. Böylece yarışma asli görevini tamamlamış oldu. Sonrasında ise Avrupa devletleri arasındaki siyasi ilişkilere farklı bir boyut getiren, derecelendirmelerin hiçbir sanatsal temele dayanmadığı sahte bir organizasyona dönüştü.

 Her yıl olduğu gibi bu yıl da Eurovision heyecanı erken başladı. Önce TRT bilindik açıklamalarını yaptı. Hemen ardından da merakla beklenen şarkı televizyon ve internet kanalıyla Türk halkına sunuldu. Akabinde de sosyal paylaşım sitelerinde Müzik mahkemeleri kuruldu. Kimisi koşulsuz şartsız bağrına bastı, kimisi ise gürültülü buldu şarkıyı. Bazıları da vardı ki onlar da grubu beğenmediler. Toplumun temsil edildiği bir alanda duyarlı davranıp görüş bildirmek elbette ki güzel. Ancak üzerinde durulması ve eleştirilmesi gereken asıl konunun unutulmuş olduğu da acı bir gerçek.
Türk toplumu olarak, pek çok meselede olduğu gibi, bu olayı değerlendirirken de alışılmışın dışına çıkamadık, yine popüler olanın ötesine geçemedik. Uluslararası bir organizasyonda Türkiye Cumhuriyeti’nin niçin ‘İngiliz dili’ ile temsil edildiğini gerektiği gibi sorgulayamadık. Bu durumun, dil kavramının bir ülke için ne denli önemli olduğunu henüz kavrayamamış olmamızdan kaynaklandığını ileri sürmek çok da yanlış olmaz sanırım. Artık Türk toplumunun, dilin “insanların birbirleriyle iletişim kurmasını sağlayan doğal bir araçtır” şeklindeki teorik tanımının ardına geçmesi zorunludur. Dil en can alıcı ifadesiyle, “toplumlara özgünlük katarak farklılık yaratan kültür birikiminin nesilden nesile aktarımını sağlayan varlıktır”. Kuru insan kalabalığına “toplum vasfı” kazandıran en önemli değerlerden biridir. Günümüz toplumlarını ‘bilgi’ yönetmektedir ve bilgi ancak tecrübe ile sabit kılınabilmektedir. Bin yıl önce yaşanmış bir deneyimi ‘an’a aktarıp yeniden hayat veren varlıksa dilden başkası değildir. Bu doğrultuda Türkçe de, ne pahasına olursa olsun korunması gereken, Türk halkını özel yapan her ne varsa bizzat içinde barındıran, eşdeğeri olmayan kutsal bir hazinedir. Türkçe, Türk toplumunun acılarını, sevinçlerini, inançlarını ve hayat tecrübelerini etkin tutan bellektir. Bu belleğin zayıflatılmasına göz yummak, bu kıymetli birikimin elden kayıp gitmesine seyirci kalmaksa bedeli bağımsızlığın kaybedilmesiyle ödenecek kadar ağır olabilecek toplumsal bir suçtur.
Bugün Eurovision adıyla zihinlerimizde yaşanan erozyon, müziği politik çıkarlara alet eden, sanatsal anlamda kökü olmayan danışıklı bir oyundur. Ne var ki ülkemizde gereğinden fazla ciddiye alınmıştır ve bu bağlamda uluslararası sahada yaşanan siyasi ve kültürel başarısızlıklardan, bizi ayakta tutan öz değerimiz, Türkçe sorumlu tutulmuştur. Bu yıl da, beş bin yıllık bir miras, 55 yıllık bir yarışmada harcanarak ‘yüksek bir sadakatsizlik’ örneği sergilenmiştir; Bilge Kağan, Kaşgarlı Mahmut, Karamanoğlu Mehmet Bey, ve İsmail Gaspralı gibi nice Türkçe sevdalısı bir hiç uğruna yok sayılmıştır. 1932 yılında doğrudan Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla kurulan ve bugün Türk Dil Kurum olarak varlığını sürdüren Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kuruluş amacını belirten “Türk dilinin öz güzelliğini ve varsıllığını ortaya çıkarmak, O’nu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek” ifadesi yazıldığı yerde kalmıştır.
Yazının başında da belirtildiği üzere Eurovision’un şu gün için hangi amaçlara hizmet ettiği açıktır. Organizasyonun kurucu ülkelerinden olan İtalya’nın bile bu rahatsız edici durumu protesto etmek için uzun süredir katılım göstermemesi de oldukça dikkat çekicidir. Olayı kınamak adına yarışmalardan çekilmek güçlü bir duruştur ancak resmi verilere göre yarışmayı her yıl ortalama ‘500 milyon kişinin canlı olarak’ izliyor olması Türkiye gibi tanıtım eksikliği olan ülkeler için kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Yapılabilecek en iyi şey, herhangi bir derece hedeflenmeden, sadece, binlerce yıldır bin bir milletle yoğrulmuş olan medeniyetimize odaklanmaktır. İngiliz dilinden medet ummak yerine, başarı için gerekecek olan gücü ve enerjiyi doğrudan bu toplumun kalbinde aramaktır. Kendi öz dilimizde, çeşitli söz ve sahne oyunlarıyla renklendirilebilecek bir müzik çalışmasıyla, o an ekranları başında olan 140 ülkeden 500 milyon seyirciye 5 dakikalığına da olsa bu ruhu hissettirebilmektir.
Keşke 56. programın gerçekleştirileceği Almanya’da, 3 milyon vatandaşımıza kendi dillerinde seslenebilseydik, keşke onlara yıllardır eziyet çektikleri bir coğrafyada bu gururu yaşatabilseydik. Belki o zaman ne denli harika bir dilimiz olduğunu tüm dünyaya gösterebilmek adına düzenlediğimiz Türkçe Olimpiyatları daha anlamlı hale gelebilirdi; şarkısını söyleyebilmek için binlerce kilometre aşıp gelen Türkçe sevdalısı Afrikalı bir kızın “Eurovision’da niçin Türkçe okumuyorsunuz” sorusuna utançla cevap aramak zorunda kalmazdık.
27.02.2011-23:44:55
uşak

2 yorum:

  1. Ulaş Yfirburðissón10 Mayıs 2011 23:36

    Dikkatini çekerim, "Eurovision Song Contest" diyorlar, "Eurovision Culture Contest" değil.
    Hiçbir ülke yarışmada kültürünü kullanmıyor, bizim kullanmamız da bir şeyi değiştirmez.

    YanıtlaSil
  2. Bu yazı için söylenecek çok fazla bir söz yok. Yaklaşık 2 ay önce yazılan yazı bugünkü sonucu açıkça gösteriyor. Eline sağlık İyen.

    YanıtlaSil